2448 nolu Hadis’in
İzahı:
Bu hadisi Buhâri
«Kitâbu'n-Nikâh'da; Tirmizi «Semâil»'de; Nesâi «işretu'n-Nisa» bahsinde tahric
etmişlerdir.
Kadınların bu konuşması
Medine'de geçmiştir. Yemen'de bir köyde konuştukları rivayet edildiği gibi,
konuşmanın Mekke'de cereyan ettiği dahi rivayet olunmuştur. Bir rivayette bu
konuşma câhiliyet devrinde olmuştur. Kadınlar söze başlarken kocalarına ait
bildiklerini noksansız söyleyeceklerine söz vermişlerdir. Hatibi Bağdadi
«El-Mübhemât» namındaki kitabında bu husûsda şunları söyler: «Ümmü Zer'
hadisinde zikri geçen kadınların isimlerini söyleyen kimse bilmiyorum. Onların
isimleri yalnız benim naklettiğim tarikda zikredilmiştir ki, bu da çok
garibdir..,» Bağdadi'nin rivayetinde birinci kadının ismi meçhul kalmış,
ikincinin ismi Amra binti Amr, üçüncünün Huney binti Na'b, dördüncünün Mühedded
binti Ebi Merzeme, beşincinin Kebşe , altıncının Hind, yedincinin Huney binti
Alkame, sekizincinin Yâsir binti Evs b. Abd, onuncunun Kebşe binti Erkam,
onbirincinin Ümmü Zer' binti Ekhel olduğu bildirilmiş. Dokuzuncunun ismi de
bulunamamıştır.
Birinci kadın şunu demek
istemiştir : Kocamda birkaç cihetlerden hayr yoktur. Evvelâ kendisi deve eti
gibidir. Koyun eti gibi değildir. Bununla beraber arık zayıf ve kötüdür. Bir de
elde edilmesi, yanına varılması güçtür. Hattabi dağ başı tâbirinden onun
büyüklendiği mânâsını çıkarmış ve sözün: «Hayırsızlığı ile beraber büyüklenmeyi
ve huysuzluğu da kendinde toplamıştır.» mânâsına geldiğini söylemiştir.
«Semiz değil ki
götürülsün» tâbirinden murad; semiz değildir ki, insanlar onu evlerine götürüp
de yesinler, demektir.
Hâsılı kadın kocasını
zemmetmiş ve sözünü açığı gizliye, mütevehhemi mahsüse, hakiri kıymetliye
benzeterek ifade etmiştir.
İkinci kadının sözü iki
suretle te'vil edilmiştir. Birinci te'vile göre cümledeki zamir habere aiddir.
Mânâ şudur : Kocamın haberi uzundur. Tafsilâtına girişirsem anlatmakla
bitiremem. İkinci te'vile göre zamir kocasına aiddir. İbaredeki (lâ) ziyâdedir.
Ve cümle : Beni boşar da onu terk ederim diye korkarım manasınadır.
Ucer ile Bücer'den murad
kocasının kusurlarıdır. Hattâbi ile diğer bazı ulemâya göre, kadın bu sözle
kocasının gizli kusurlarını kasdetmiştir, Lügat ulemâsı Ucer'in sinir veya
damarların düğümlenerek çıkıntı halinde görülmesi mânâsına geldiğini, Bücer de
aynı mânâya gelirse de hassaten karında olduğunu söylemişlerdir. Bundan
dolayıdır ki, göbeği çıkık kimseye Arablar Ebcer derler. ibni'l Arabi: «Ucer'in
sırtta şişkinlik mânâsına geldiğini, göbekte olursa buna Bücer denildiğini
söylemiştir.
Üçüncü kadın kocasının
uzun olduğunu söylemiştir. Bundan muradı faydasız derecede uzun olduğunu
anlatmaktır. Bu kadın: Ben kocamın kusurlarını söylersem beni boşar. Susarsam
beni muallakta gibi bırakır, demek istemiştir. (Muallaka, kocası kendisini terk
edip giden kadın demektir. Böyle bir kadın ne bekâr, ne evli demektir.
Muallakdadır.)
Dördüncü kadın kocasını
beliğ bir şekilde medhetmiştir. Sözünün mânâsı: Kocam tatlı geçimli Tihâme
beldesinin geceleri gibi mutedildir. Ahlâkı güzel olduğu için onun tarafından
hiç bir sıkıntı ve gâilem yoktur. Sohbeti de beni bıktırmaz, demektir.
Beşinci kadın da
kocasını beliğ bir surette medhetmiştir. Onu pars'a benzetmesi çok uyuduğu
içindir. Evde bıraktığı malını ve eşyasını sormaması da bundandır. Dışarı çıkıp
halk arasına karıştığı, yahut harbe iştirak ettiği zaman arslan gibi cesur
olduğunu söylemiştir. Kaadi İyad‘ın rivayetine göre: ibni Ebi Üveys pars
kesilmekten murad; eve girdiği vakit pars gibi benim üzerime çullanır,
demektir. Her halde kadın bununla hemen cinsi muameleye girişir demek
istemiştir, mütalâasında bulunmuşsa da sahih ve meşhur olan tefsir
birincisidir.
Altıncı kadının sözüne
gelince: Ulemâ Leffin yiyecek çeşitlerini karıştırarak bir şey bırakmamak
şartıyle yemek mânâsına geldiğini söylemişlerdir, iştifaf dahi bütün kaptakini
içmek mânâsına gelir. Kadının «Kederi anlamak için elini sokmaz» sözüne gelince
Ebû Ubey d:
Zannederim bu kadının
vücudunda bir kusur veya hastalık varmış da bu sözle ondan kinaye yapmıştır.
Çünkü (bes) gam, keder demektir. Herhalde kocası, karısına zahmet vermemek için
elini kadının elbisesinin içine sokmazmış. Bu suretle kadın onu mürüvvet ve
güzel ahlâkla vasıflandırmıştır.» diyor. ibnü'l-Â'rabi ise kadının sözünü medh
değil, zem kabul etmiştir. Ona göre kadın: Yatarsa, elbisesine sarınır uyur,
benim ona karşı beslediğim sevgiyi anlamak için beraber yatmaz, demek
istemiştir. Diğer ulemâya göre; kadın bu sözüyle benim hâlimi, işlerimi
soruşturmaz, demek istemiştir. İbnü Kuteybe, Ebû Ubeyde itiraz etmiş ve: «Kadın
onu nasıl medheder. Halbuki sözünün başında zem etmişti.» demişse de İbnü
Enbâri bu itirazı beğenmemiş: «Kadınlar kocalarına ait hiç bir şeyi
gizlemeyeceklerine söz vermişlerdi. Bunlardan kiminin kocası tamamiyle güzel
evsafda olduğu için medhetmiş, kiminin kocası kötü ahlâklı olduğundan karısı
zemmetmiş. Bâzılarının kocaları da iyi ile kötüyü cem'etmiştir. Karısı da onu o
surette anlatmıştır.» demiştir. Hattâbi ve başkaları İbnü'l-A'rabi ile ibnü
Kuteybe'nin mütalâasını kabul etmiş; Kaadi İyad da buna tarafdar olmuştur.
Yedinci kadının sözünde
râvi (Gayâyâ) mı dedi. Yoksa (Ayâyâ) mı diye şekketmiştir. Ebû Ubeyd ile diğer
bazı ulemâ gayâyâ tâbirini reddetmiş; doğrusunun ayâyâ olduğunu söylemiştir.
Ayaya döl tutturamayan kısır mânâsına gelir. Bâzıları bu kelimenin «innin» yâni
âleti kalkmadığı için kadına yanaşamayan mânâsına geldiğini söylerler. Kaadi
İyad'la başkalarına göre Gayâyâ tâbiri de doğrudur. Bu kelime Gayâye'den
alınmıştır ki, karanlık demektir. Şu halde kadının muradı kocam hiç bir işe yol
bulamaz, demektir. Yahut onu ağır yıldızlılıkla vasfetmiş: Kocam içinde hiç bir
ziya bulunmayan koyu karanlık gibi bir adamdır demek istemiştir. Gayâyânın
«Gay»'dan alınmış olması da mümkündür. Gay: Kötülüğe düşmek yahut h'aybet ve
hüsrana uğramak mânâlarına gelir. Bu takdirde sözün mânâsı: Ahmaklığından
dolayı kocamın işleri üzerine yığılmış kalmıştır, demek olur. Bu husûsda başka
te'viller de yapılmıştır.
Sekizinci kadın kocasını
medhetmiştir.
Zerneb: Bir nevi güzel
kokudur. Zâferan mânâsına geldiğini söyleyenler de vardır. Bâzılarına göre
kadın kocasının vücudunun değil, halk arasında elbisesinin güzel koktuğu
mânâsını kasdettiğini beyân etmişlerdir. Hattâ bundan kocasının güzel ahlâkını
ve hüsn-ü muaşeretini kasdettiğini; «Teni tavşan teni» ifadesinin açık açık bu
mânâyı belirttiğini söylemişlerdir. Dokuzuncu kadın kocasını medhetmiştir.
Ulemâ direği yüksek tâbirinden şeref ve medih mânâsı kasdedüdiğini
söylemişlerdir. Direğin yüksekliğinden o zatın kavminin içindeki yüksek
mertebesi kastedilir. Kılıç kınının uzunluğundan, onu taşıyanın da uzun olması
lâzım gelir. Keza külün çokluğundan müsafir çokluğu ve cömertlik mânâsı
kastedilir. Arablar bunlarla öğünürlerdi. Bazıları külün çokluğundan
misafirlere yol göstermek için yakılan ateş kastedildiğini söylemişlerdir. Zira
cömert kimseler gece karanlığında ateşi tazim ederler. Onu yüksek yerlere
yakarak misafirler yol bulsun diye ellerinde meş'aleler bulundururlardı.
Nâtü: Meclis demektir.
Evi meclise yakın olan adam cömert ve reis olurdu. Çünkü meclise gelenler
birçok ihtiyaçlarını yakın evlerden görürlerdi. Cimri takımı oralardan uzakta
yaşarlardı.
Onuncu kadın dahi
kocasını medhetmiştir. Kocasının getirdiği develerin avlusunun içine
çöktüklerini, onları ancak zaruret mikdarı mer'aya saldığını, ekseriyetle
avluda yattıklarını, misafir gelirse sütlerinden ve etlerinden onu ağırlamak
için develerin hazır bulunduklarını anlatmak istemiştir. Kocası develeri ud
sesine alıştırmış olduğundan, sanki develer kesileceklerini anlarlarmış gibi,
kesilmeye hazır olurduklarını ifade etmiştir. Bu hususta başka sözler dahi
söylenmiştir.
On birinci kadın ilk
kocasını son derece medhetmektedir. Bu meyanda: «Bazlılarımı yağ ile doldurdu.»
demektedir ki, bundan murad sadece kollarının değil, bütün vücudunun semizleyip
yağ bağlamasıdır. Kadının ifadesinden kendinin dağ başında bir çobanın kızı
olduğu, sonra at ve deve sahibi olan zengin Ebû Zer ile evlendiği anlaşılıyor.
Arablar koyun sahiplerine kıymet vermez, deve ve at sahiplerine itibar
ederlerdi. Ebû Zer'in çiftçiliği de vardır. Kadının onun yanında bir sözü iki
olmamış, rahatça yiyip içerek yaşamıştır. Kayın validesinin ambarları zahire
ile doludur. Evi geniştir. Kocasının ilk karısından tığ gibi bir oğlu vardır.
Kendisi ince ve hafif olduğundan, yattığı yer-soyulmuş hurma lifi gibi incedir.
Şatbe: Hurma dalından
soyulan ince şeritdir. Bazıları bu tâbirden kınından çekilmiş kılıç mânâsı
kastedilmiş olduğunu söylemişlerdir. Her iki te'vile göre de bu sözle delikanlı
medhedümektedir. Bir kuzunun budu ile doyması da ayrı bir meziyetidir. Çünkü
bundan murad az yediğini anlatmaktır, Araplar az yemekle öğünürlerdi. Kadın Ebû
Zer'in kızını da methetmiştir. Bu kız annesine, babasına itaatli, çarşafını
dolduracak kadar semiz, ortağını çatlatacak kadar yakışıklıdır.
İkinci rivayette bu
kızın çekik karmlı olduğunu söylemiştir. Bazıları «Çarşafı boş» tâbirinden
bedeninin çarşafla sarılan üst kısmının zayıf, alt kısmının ise dolgun olduğunu
söylemişlerdir. Çarşaf dolusu tâbiri de bunu te'yid etmektedir. Kaadi İyad
diyorki: Evlâ olan şöyle demektir. Kızın omuzları ve göğsü dolgundur. O
derecede ki çarşafı kabartır da cesedine dokunmaz olur. Alt kısmı ise böyle
değildir.» diyor. Bu kadının ifadesine göre Ebû Zer'in cariyesi de imrenecek
gibidir. Kimseye lâf taşımaz, zahireyi döküp saçmaz, evi kuş yuvasına çevirmez
bir hizmetçisidir. Bundan murad; süprüntüleri kuş yuvası gibi dağınık
bırakmaması, evi tertemiz tutmasıdır.
Evtab: Vatbın cem'idir.
Vatb: içinde yağ
çalkalanan tulum ve yayıktır. Evinde yayıklar döğülür, sütler çalkalanır;
varlık kapıdan taşarken Ebû Zer'in evinden niçin çıkıp gittiği izah
edilmemiştir. Niçin evlendiğine dâir de söz yoktur. İhtimal Ümmü Zer'in yayık
döğerken çok yorulduğunu ve istirahata ihtiyacı olduğunu görerek evlenmiştir.
Evlendiği kadının arslan yavruları gibi iki çocuğu vardır. Onun böğrünün ı
altında iki nar tanesiyle oynamaktadırlar. Ebû Ubeyd'e göre bu cümlenin mânâsı
kadının geniş çantılı olması ve yan üstü yattığı zaman böğrünün altında nar
taneleri geçecek kadar bir boşluk kalmasıdır, ibni Ebi Üveys'e göre iki nar
tanesinden murad kadının memeleridir. Kaadi İyad bu tevcihi daha güzel bulmuş
ve : «Çocukların annelerinin sırtlarının altından nar tanesi atmaları âdet
olmadığı gibi, kadınların bu şekilde yatıp, erkeklerin onları görmeleri dahi
âdet değildir» demiştir. Ümmü Zer' tekrar zengin bir ağâ ile evlenmiştir.
Kocasının malı çoktur, yeni kocası ona her çeşitten birer çift kesilecek hayvan
ve hizmetçiler vermiştir. Malından yakınlarına yedirmesine de müsaade etmiştir.
Fakat ilk kocasının varlığı yanında bütün bunlar onun en küçük kabını
dolduracak kadar bile çok değildir.
Görülüyor ki, Ümmü Zer
hâlâ ilk kocasını sevmektedir. Onun için ikinci kocasının ikramları gözünü
dolduramamıştır. Bundan dolayı bazı büyükler, gözü ilk kocasında kalır endişesi
ile boşanmış bir kadınla evlenmeyi iyi görmemişlerdir.
Kaadi İyâd: «Ümmü Zer'in
sözünde erişilmez bir fasahat ve belağat vardır...» demiş; onu bir hayli
övmüştür.
Hikâyenin sonunda
Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), Hz. Âişe'ye:
«Ben senin için Ummü
Zer'e nisbetle Ebû Zer' gibiyim.» buyurmuştur. Ulemânın beyânına göre bu söz
onun gönlünü almak ve kendisiyle iyi geçindiğini anlatmak içindir. Bir
rivayette bu söze karşı Hz. Âişe: «Annem, babam sana feda olsun, belki sen
benim için Ebû Zer'den daha hayırlısın.» demiştir.